Sanko tarafından yaptırılacak Yumurtalık Termik Santrali’nin kapasite artışı ÇED başvuru dosyası halka açıklanma toplantısı, dün Yumurtalık’ın Gölovası sahil kesiminde yapıldı. Toplantıya firma ve bakanlık yetkililerinin yanısıra Adana Çevre Platformu, Greenpeace, TEMA Yumurtalık Temsilciliği, civar köy ve mahalle muhtarları, yazlıkçılar ve köylüler katıldı.
1990’larda Avrupa Birliği uyum çalışmaları sırasında Çevre Bakanlığı kuruldu ve aynı nedenle ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) yönetmeliği yürürlüğe girdi. Böylece bazı yatırımlardan önce yatırımcıya ÇED hazırlama zorunluluğu getirildi. Yönetmeliğin bir maddesi gereğince, hazırlanan rapor yatırımın yapılacağı en yakın yerleşim yerinde yapılacak bir toplantı ile halka duyurulur ve yatırım hakkında halkın görüşü alınır. Yönetmeliğin bu maddesinin uygulanmasının bir faydası oldu. En azından, şimdilerde köyümüze, ilçemize, şehrimize hangi yatırmların yapılacağını duyabiliyoruz ve yapılması halinde başımıza nelerin gelebileceğini önceden öğrenme imkanımız oldu. Bir de şöyle bir durum yaşanıyor: Hani, biz her durumu, her zorunluluğu, her yasayı zamanla kendimize benzetmekte, kıvrak manevralar yaparak zorunlulukların, yasaların üstünden atlamakta ustayız ya, ÇED konusunda da benzer gelişmelerin yaşanması gecikmedi. Bilirsiniz, sünnet olacak çocuğun ağzına bir yandan lokum tepiştirilir, bir yandan da “hiç acımayacak, hiçbir şey olmayacak” denilir. Yatırımcı firmalar için hazırlanan ÇED raporlarında da durum aynı, bütün raporlar yatırım sonucunda hiçbir olumsuzluk olmayacağını, çevreye en küçük bir zarar verilmeyeceğini söyler, bunun istisnası yoktur. Oysa, ÇED zorunluluğunu getiren mantığın şu şekilde işlemesi gerekir: Her yatırım çevreye, ekosisteme, habitata belli ölçülerde zarar verir, ÇED raporu hazırlamanın amacı bu zararın ölçüsünü belirlemek, en aza indirmek, verilecek bu zararın sürdürülebilir olup olmadığını araştırmak olmalıdır. ÇED raporlarının firmalar tarfından kadük edilme, anlamsız kılma çabalarına şimdilerde bir yenisi daha eklendi. “ÇED başvuru dosyası” adı altında rapor hazırlanıyor ve
halka açıklanıyor ama bu raporda yatırım hakkında en önemli bilgiler yer almıyor. Sorulduğunda ise, “efendim, çalışmalar devam ediyor, sorduğunuz hususlar nihai ÇED raporunda yer alacaktır” cevabı veriliyor. Peki, o “nihai ÇED raporu” halka açıklanacak mıdır? Yeni bir “ÇED halka açıklanma toplantısı” yapılacak mıdır? Elbette hayır, bakanlığa arz etmekle yetinilecektir, çünkü kağıt üzerinde “ÇED halka açıklanma toplantısı” “başvuru dosyası” adı altında yapılmış sayılmaktadır. Üstelik bu komedi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl Müdürlüğü görevlilerinin başkanlık ettiği toplantılarda, yani onların nezaretinde ve gözler önünde oynanmaktadır.
Zaten bizde uygulanan “demokrasi” de böyle bir oyun değil midir? Yöneten egemenler, patronlar açısından durumu düşündüğünüzde, demokrasinin en çekilmez, gereksiz anları seçim anlarıdır. Adına “halk” denen insanların oylarını almak, bunun için de çeşitli tavizler vermek, onların hoşuna gitmek zorundasınız, bunun ne gereği var? Niye bu kadar sık seçim yapılır ki? Şöyle 20 yılda, hatta mümkün olsa da 50 yılda bir seçim olsa ne güzel olur! Bunun küçük bir versiyonu işte bu “ÇED” konusunda yaşanmaktadır. Patronlar ve onlar için ÇED hazırlayan firmalar aynen şöyle düşünmekteler: Ne demek “halka açıklamak?” Ne gereği var? Halk ne anlar? Para bizim, memleket bizim, kar etme özgürlüğü bizim, getiririz kömürü dünyanın en uzak ülkelerinden gemilerle, yakarız tonlarcasını Yumurtalık sahillerinde, üretiriz elektriği, satarız serbest piyasada, yatırdığımız parayı birkaç senede çıkarır, yıllarca tonla para kazanırız, istihdam yaratıp ülkenin elektrik ihtiyacını gideren kahraman havalarına girmek de cabası. Hem, devlet bizi teşvik ediyorken köylülerin fikrini sormak da nereden çıktı?
Yukarıda söylenenlerin abartı olmadığını görmek için 11 Ağustos 2015 Salı günü Yumurtalık – Gölovası Köyü’nde yapılan toplantıda olmanız yeterliydi. O gün, saat 14.00’te, Gaziantep merkezli Sanko firmasının Gölovası köyü’nde kuracağı kömür santralinin ÇED başvuru dosyası halka açıklanma toplantısı yapıldı. Salon kalabalıktı, yaklaşık 100 kişi vardı, sadece Gölovası’ndan değil, cıvar köylerden de katılım vardı. Sanko firmasının sahibi de salondaydı, bu her zaman olan bir durum değildir, genellikle patronlar gelmez, işi ÇED hazırlayan firma yetkililerine bırakırlar, bu durum yatırımın Sanko için olan önemine işaret ediyordu. Köylülere Sanko yazılı bez şapkalar dağıtıldı ama bununla yetinilmedi, firma işi sıkı tutmuştu, Gaziantep’ten getirilen ve dilimler halinde tek tek kutulanan baklavalar bütün salona dağıtıldı, yani yukarıda verilen “sünnet çocuğu” örneğindeki lokumun yerini bu defa baklava almıştı. Bu arada, yukarıda yazılanları doğrulayan çok tipik bir olay daha yaşandı. ÇED firması yetkilisi slayt gösterisi eşliğinde projeyi
tanıtan konuşmasına başladı ama salonda ses düzeni yoktu ve konuşması kalabalık salonda duyulmuyordu. İlginç değil mi, şapka dağıtan, Gaziantep’ten getirilmiş ve özel hazırlanmış pahalı baklava dağıtan firma ses düzenine gerek duymamıştı. Öyle ya, sonuçta bir oyun oynanıyordu ve söylenenlerin dinleyicilerce duyulup duyulmadığının ne önemi vardı? İtirazlar üzerine toplantıya bir müddet ara verildi, daha sonra köyün camisinden alındığını öğrendiğimiz portatif, küçük bir ses düzeni ile toplantıya devam edildi.
Bir hatırlatma yapalım. Aynı firmanın, aynı yerde 800 MW gücünde kurmak istediği santralin ÇED raporu bakanlık tarafından 2014 yılında kabul edilmişti. Ama firma yatırımı yapmadı. Aynı yerde 800X2=1.600 MW’lık bir santral kurmaya karar vererek yeni bir ÇED dosyası hazırladı ve yeniden başvuruda bulundu. Kısa zamanda gerçekleşen bu karar değişikliği üzerinde şöyle bir yorum yapmanın mümkün ve doğru olacağını düşünüyoruz: Firma yetkilileri gördüler ki yatırım çok karlı, karışan görüşen de yok, neden iki misli büyüklükte bir santral kurup, iki misli para kazanmayalım, diye düşündüler. Hatta, bakanlıktaki tanıdıkları onları bu yolda teşvik etmiş bile olabilir.
Önce, ÇED başvuru dosyasında verilen ve artık görmeye alıştığımız doğru olmayan bilgilerden başlayalım. Yatırımı gerekçelendirmek için Türkiye’nin 1975 yılından bu yana elektrik enerjisi ithal ettiğini söylemekteler. Bu bilgi doğru değildir. Enerji Bakanı’nın ağzından gerçekleri birçok defa duyduk: Türkiye iç talepten çok daha fazla elektrik enerjisi üretecek kurulu güce sahiptir ve hatta zaman zaman komşu ülkelere ihraç etmektedir. ÇED raporuna göre tesisin yapılacağı arazi 3. sınıf tarım arazisidir. Bu bilgi de doğru değildir. Ayrıca Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı arazilerin sınıflandırması uygulamasını kaldırmış olup, şu tanımlamayı geçerli saymıştır: “Üzerinde ürün yetiştirilebilen arazi mutlak tarım alanıdır.”
Raporda santral hakkında verilen bazı bilgiler şunlardır: Santralde kullanılacak olan soğutma suyu miktarı bir saatte 252.000 tondur ve denizden alınacaktır. Soğutma suyu denizden alındıktan sonra arıtmadan geçirilecektir. Desanilasyon, yani tuzsuzlaştırma uygulanacaktır. Soğutma suyu kullanıldıktan sonra tekrar denize deşarj edilecektir. İşletme sırasında kömürün yanması sonucunda NOx, PM, SO2, CO, HCL ve HF gazları oluşacaktır. Küller, kül depolama sahasında depolanacaktır.
Başvuru dosyasında söylenmeyenler ise şunlardır:
—Santralde kaç ton kömür yakılacaktır? Yılda? Ayda? Günde? Bu santral, halen çalışmakta olan Sugözü santralinden daha büyük olacaktır. Sugözü santrali 1.210 MW’liktir, Sanko’nun kurmak istediği santral ise 1.600 MW gücünde olacaktır. Sugözü santralinin saatte 450 ton kömür yaktığı bilinmektedir.
—Yanma sonucunda ne kadar zararlı gaz çıkışı olacaktır?
— Bu gazların ne kadarı filtre sistemleri tarafından tutulabilecek, ne kadarı atmosfere salınacaktır? Bilindiği gibi, kömürün ana maddesi karbondur ve yanma sonucunda çıkan ana gaz CO2’tir. Küresel ısınmanın başlıca faktörü olan CO2 gazını filtre edecek sistem ise henüz yoktur. Türkiye bu konuda iki yüzlü bir politika izlemektedir. Hem gaz salınımını azaltmayı öngören Uluslararası anlaşmalara imza atmakta, hem de kömür santrallerini teşvik etmektedir. Diğer zararlı gazlar için uygulanacak filtre sistemleri de yüzde yüz verimlilikle çalışmazlar, en iyi ihtimalle ve 24 saat çalıştırıldığı iyimserliği ile düşünüldüğünde, verimlilik oranları yüzde seksen – doksan aralığındadır. İşletme ömrü 30-40 yıl olduğu ve santralin 24 saat aralıksız çalışacağı söylendiğine göre, atmosfere salınacak olan bu yüzde 10-20 oranları büyük önem taşımaktadır.
— Atmosfere salınan gazların iklime, tarıma ve doğal ortama ne gibi etkileri olacaktır?
— Bu gazların bazıları atmosferik şartlar altında hangi tehlikeli asitlere dönüşecek ve çevreyi nasıl etkileyecektir?
— Denizden alınan soğutma suyu geri deşarj edilmeden önce ne gibi değişikliğe uğramış olacak, örneğin kaç derece ısı artışı olacak ve bu durum deniz ekosistemine nasıl etki edecektir? Unutulmasın ki, denizden kastedilen okyanus değil, sınırları belli olan İskenderun Körfezi’dir.
—Bölgede toplam ne kadar benzeri prosese sahip kömür santrali vardır ve kurulması planlanmaktadır? Bunların toplam etkisi ne olacaktır? Sayının şimdilik 13 olduğu ve bunların 7’sinin ÇED raporunun bakanlık tarafından kabul edildiği bilinmektedir.
— Ülkemizin elektrik enerjisi ihtiyacını karşılayabilmek için güneş ve rüzgar gibi temiz enerji kaynakları varken, neden bu kadar kömür santrali kurulmaktadır?
Bütün bu yukarıda anlatılanlar, toplantıya katılan Adana Çevre Platformu üyelerince yapılan konuşmalarda dile getirildi ve yazılı olarak da Çevre Bakanlığı yetkililerine iletildi. Aynı yazılı metin Gölovası köyü’nde yaşayan birçok kişi tarafından da imzalanarak yetkililere verildi. Toplantıda söz alan Greenpeace katılımcısı Semih İğneciler, soğutma suyu olarak kullanılmak üzere denizden alınan suyun klor bileşikleri ile arıtılacağını, aynı suyun denize deşarj edildikten sonra kanserojen etkide bulunacağını belirtti. Söz alan çok sayıda katılımcı da santralin kurulmasını istemediklerini söylediler.
ADANA ÇEVRE PLATFORMU